Ads 468x60px

.

Pages

26 Nisan 2012

Cowboys and Aliens (2011)



Çoğunlukla size beğendiğim filmleri yazdım. Bir kısmı çok özel olan filmleri. Sanırım iki ya da üçtür beğenmediğim film. Bunlara bir tanesini daha ekliyorum. Cowboys and Aliens gittiğime pişman olduğum filmlerden birisi ve kendisini kara listeme alıyorum. Buradan  da size diyorum bakın tamam zevk ve renk meselesi ama inanın bu film KÖTÜ.

Son 10 yılın en iyi 50 filmi...

Aylık sinema dergisi Altyazı, son 10 yıl içinde çekilen filmlerden güzel bir derleme yapmış. Kendi zevkinizle karşılaştırabilirsiniz. Tabi benim gibi  "daha yarısını izlemedim" hüznüne de kapılabilirsiniz :) Ben ilk 10' u paylaşacağım, kaynaktan diğer filmlere bakabilirsiniz. Valla ne yalan söyleyeyim, benim zevkimle çok örtüşmedi :)



Film Afişleri: The Good, the Bad and the Ugly (1966)

Bu film için fazla söze gerek yok sanırım. Tüm zamanların en önemli filmlerinden birisinin tabiki bir sürü afişi olacak. :) İşte bazıları...



Inside Man (2006)


Soygun filmleri hep hoşuma gitmiştir. Planın yapılması, uygulanması, yaşanan aksilikler ve tüm bunların aksiyonu gerçekten sürükleyici oluyor. Ama Inside Man bambaşka bir soygun filmi. Çok daha farklı. Burada söz konusu olan sadece soygun yapanlar ve polis arasındaki aksiyon değil. Burada geçmişe dayanan gizemler, iş bitiriciler giriyor devreye. Bir de soygunun planı kusursuz olunca, kendini tekrarlamaya çok müsait bir konudan  farklı, ilgi çekici bir film çıkıyor ortaya.


Love Actually (2003)


Bazı filmler, kaç kere izlenirse izlensin bıkılmaz ya, işte o filmlerin başında gelir benim için Love Actually. Hani DVD' sini çerçeveletip duvara assak, olası bir kriz anında izlemek için saklasak yeridir. Depresif misin? Aşık mısın? Umutsuz musun? Kar mı yağıyor? kır camı ve izle bu filmi. Kurtar kendini :) Modern zamanın klasiklerinden biridir benim için.

Film Afişleri: Amelie (2001)

Meğer ne kadar çok afişi varmış Amelie' nin. Ve ne kadar güzel :) Daha doğrusu bazıları afiş değil de biraz özel çalışma ama hepsine bayıldım :)



Real Steel (2011)



Düşük bir beklentiyle gittiğimden mi, Hugh Jackman' dan mı yoksa başrol oyucusu şirin ufaklıktan mı bilemedim ama çok beğendiğim bir film Real Steel. Hani daha önce buralarda çok kere yazmışımdır "filmden çıkınca yüzde beliren anlamsız gülümseme" bu filmden sonra da yerleşmişti yüzüme. "İyi ki de sinemada izlemişim" demiştim.

Contraband (2012)


Geçtiğimiz cuma, vizyona girdiği gün gittik bu filme. Yanlış anlamayın, aylardır beklediğimizden değil, sadece sinemanın bulunduğu merkeze gidene kadar hangi filme gireceğimizi seçmemiştik. Kararı bana bırakmışlardı bu kez. Take Shelter ile bu film arasında kararsız kalmıştım. Aslında Take Shelter daha ağır basıyordu ama sinemaya gittiğimiz arkadaşlardan birinin iş gününü yoğun ve aksiliklerle geçirmiş olması, "çok ağır bir filme gitmeyelim" şeklinde düşünmemize neden oldu ve Contraband' a girmeye karar verdik (biri de kalkıp bana "sen ne anlatıyorsun, filme geçsene" demiyor ya, helal olsun :D ).

Dark Shadows karakter afişleri...

Dark Shadows tüm dünyanın merakla beklediği bir film. Yine bir  "Tim Burton - Johnny Deep - Fantastik" üçlemesini barındıran film şimdiden karakterleri ile, fragmanları ile, afişleri ile sinema ortamlarını meşgul etmeye başladı. Eee benim bloğumun ne eksiği var :)  Hafiften bana "The Addams Family"' i hatırlatan kara mizah - korku - fantastik karışımı bu ilginç filmin karakterlerinin afişleri düşmüş piyasaya. Bana da paylaşmak düşer. Bir de fragmanını ekledik mi sonuna...oooohh  :)


The Next Three Days (2010)


Hemen hemen her hafta vizyona giren filmleri takip etsem de bu filmin vizyona girişini hatırlamıyorum bile. Kaşla göz arası geçmiş sanırım ülkemizden. Ben sonraları evde sinema keyfi yaparken keşfettim bu filmi. Ve izlenimim şudur ki kesinlikle gölgede kalmış bir film. Haa tabi bu sözümle beklentinizi yükseltmek istemem öyle klasik olacak ya da akıllara kazınacak bir film değil (..gibi :D) ama kesinlikle izlenildiği zaman zevk veren ve bazılarınca arşivde saklanmaya değer bir film.

Paralel evrenden film afişleri...



Best of Merly Streep

Hazır bu yıl Oscarı almışken ve yaptığı özgüven dolu konuşmasından sonra gönlümü bir kere daha fethetmişken, bugün,  ne zamandır yapmadığım best of kısmını kendilerine ayırıyorum. O' nun çok fazla filmi var ve harika performansları. Listede ödüllü filmlerini görmezseniz yadırgamayın. Yoksa bir Kramer vs. Kramer' den tutun da son filmi The Iron Lady' ye kadar bu listeyi silip süpürecek çok filmi vardır tabi ki. Hatta yine son yıllarda yaptığı The Devil Wears Prada ve It's Complicated filmleri de harikadır. Ben sadece benim bakış açımla yapıyorum bu listeyi :)  Beş tanesini seçmek acımasızlık aslında ama neyse...



İki kadının bir erkeği paylaşamaması ile başlayan, yaşlanmayı önleyici bir ilacın ortaya çıkması ile fantastikleşen,  iki kadının bir olup erkekten intikam almaya başlaması ile daha da garipleşen bir kara mizah Death Becomes Her. Taa çocukluğumda izlediğim, sonrasında unutamadığım bir film . "Ölüm Kadına Yakışır" ismi ile Türkçeleştirilen filmde Merly Streep çoğunlukla görmeye alışık olduğumuz halinden farklı bir şekilde. Goldie Hawn ve Bruce Willis' in de harika eşlik etmeleri sonucu çok farklı, unutulmaz, meraklılarının mutlaka izlemesi gereken eğlenceli bir film çıkmış ortaya. Best of Goldie Hawn yaparsam, yine bu film olacak çünkü performansı Merly Streep ile tamamen eşit.
___________________________________________________________________________________

Film Afişleri: Breakfast at Tiffany's (1961)

Bir filmin afişi bence çok önemli. Hiç fragmanını izlemediğiniz bir film ancak afişi sayesinde ilginizi çekebilir. O nedenle afiş hem ilgi çekici, merak uyandırıcı, hem film hakkında bilgi verici, hem de tüm oyuncuların gönlünü alıcı bir özelliklte olmalı. Biliyorsunuz sanatçı kaprisi farklı bir durum. "Önce benim adım yazılacak", "Benim adım büyük puntolarla yazılacak" vs. vs. Bu tip kaprisler ancak çok sağlam bir yönetmen varsa ve filmini ön planda tutmak istiyorsa işe yaramıyor. Diğer zamanlarda afiş tasarımcılarının en büyük sıkıntısıdır eminim sanatçı kaprisleri...

Meraklısı için özeldir tabi. Ben mesela ilerde (Daha ne kadar büyüyeceksem!) sevdiğim filmlerin afişlerinin olduğu bir duvarım olsun isterim. Güzel ve özenle çerçevelenmiş sıra sıra afişler :) Filmi seçmek kolay da, hangi afiş olacağını seçmek bir muamma. Her filmin en az 3-4 afişi var. Klasikleşmiş filmlerin ise 10' dan fazla.

Mesela bakın Breakfast at Tiffany's filmine..:) Ben sadece 7 tanesini seçtim. Çok daha fazla aslında bu filme yapılan afişler. Bir gün duvarıma asacağım afişlerden biri bu filme ait olacak ama o kadar seçenek var ki.. :/ Tarzlar ve pozlar aynı gibi olsa da tasarımlarla çok başarılı bir şekilde çeşitlendirilmiş :)

Şu anda kullandığım küçük defterimin kapağı aynı zamanda

84. Oscar Ödülleri Sahiplerini Buldu...

Billy Cyristal

Son 5 gündür boğuştuğum hastalık sebebi ile gümbürtüye giden şeylerden birisi de bu yılın 84.Oscar Ödül Töreni oldu (diğerleri için bkz. GS-BJK, FB Ülker -BJK Milangaz, YD' nin istifa etmesi ve 103 milyon TL' yi hibe etmesi vs. vs. ). 

Aslında Cumartesi iyidim ve Pazar daha da toparlanırım demiştim. Ama umduğum gibi olmadı. Pazartesi de işe gitmek için 6.00 da kalkacağım gerçeği olunca bu hasta bünyeye uykusuzluk gelmeyecek diyerek izlemedim töreni. İyi ki de izlememişim. Pek bir sürpriz olmamış. Billy Cyristal kötüymüş. Elbiseler bilindik, tavırlar bilindik, gerek de yokmuş pek..HIH  (burada tam bir kedi - ciğer durumu söz konusu. Billy Cyristal hariç. O gerçekten kötüymüş ama Christian Bale' in maşallahı var).

Ejder Kapanı (2010)



Bugünü de hastalık sebebi ile evde geçirdim. Gündüz kuşağı TV programları limitimi de doldurduğum için film izlemeye karar verdim. Ne zamandır merak ettiğim ve hakkında oldukça olumsuz eleştirilerin yapılmasıyla merakımın katlandığı Ejder Kapanı filmini izlemeye karar verdim.

Öncelikle şunu söylemeliyim ki bir şeyi eleştirirken kriterlerimizi doğru seçmemiz gerek. Bu film için yapılan "her sahnesi klişe beee" eleştrisine katılmıyorum mesela (Ki zaten "klişe" kelimesinin anlamına geçenlerde değinmiştim. Buradaki eleştiriler bu sözcükle olumsuz şekilde yapıldığı için buradan yola çıkıyorum). Çünkü polisiye zaten klişeler yumağı bir durum. Katil olur, kan olur, ceset olur, travmatik hikayeler olur, aksiyon olur, dosyalar olur, ofis içi aşk olur, tecrübeli bir danışman olur, sağ gösterip sol vurulur. Bu maddeler hemen hemen her polisiye filminde olur. Bu film, bu sahneleri barındıryor diye eleştirmek acımasızlıktır. Şapkadan tavşan çıkarma işi ancak fantastik filmlerde olur :) Çok övdüğümüz Hollywood da her defasında bu klişerle yola çıkar.

Neredesin Firuze ? (2004)


Bir film düşünün,  komedi ve dram içiçe olsun. Sanırım bu çok kolay oldu. O tarz bir sürü film var. Biraz daha detaylı düşünelim. Müzikleri inanılmaz güzel ve zengin olsun hatta ve hatta filme hafif müzikallik katsın. Pekala bunun da örnekleri var. Renklere ne dersiniz ? Film rengarenk olsun mesela, hatta samimiyeti ile hafif Emir Kusturica' yı anımsatsın. Müzikler de işin içine girince hiç de zor olmuyor zaten. Daha da zorlaştıralım. Bu film öyle bir film olsun ki, yerli olsun, bizden olsun. Bizim esprilerimiz olsun. Evet şimdi ortak noktada buluştuk...iki kelime, yerli, Neredesin Firuze? 

!f Festival 2012 tanıtım videoları :)

!f Film Festivali heyecanı başladı. Sırası ile İstanbul, Ankara ve İzmir' de gerçekleşecek olan festival hakkındaki geniş bilgiye şuradan ulaşabilirsiniz. Tanıtım videolarına ise bayıldım.. :)




Secretariat (2010)



İşte size harika bir uyarlama. 1980' lerin efsanevi yarış atı Secretariat ve sahibi Penny Chenery' nin hikayesi. Bir at ve bir insan arasındaki bağın gücüne, bu ikilinin birbirlerinden destek alarak ilerlemelerine tanık olacağınız Secretariat, ülkemizde 2011 yılında "Şampiyon" ismi ile gösterilmiş.

A Time to Kill (1996)

 

Aslına birçok kişi için çokta süper bir film olmamakla birlikte, benim en çok etkilediğim filmlerdendir A Time to Kill. Adından da anlaşılabileceği üzere (anlaşılmıyor da olabilir, emin değilim) "uygun koşullar altında herkes katil olabilir" temalı bir film ve uygun koşul olarak "Irkçılığı" seçiyor. Benzer temalı filmlerdeki gibi kendimizi cinayeti işleyen kişi yerine koymamızı sağlayan bir işleyiş ile anlatıyor hikayesini. Daha önce The Brave One' da da bahsetmiştim. Bu konu bir çok yönetmen tarafından farklı işlenebiliyor. Quentin Tarantino, bir çok filminde bu temayı aşırı ve gerçekçi şiddet sahneleri ile karşımıza koyarken, Neil Jordan daha sanatsal bir tarz işlemişti. Bu filmde ise yönetmen Joel Schumacher, olanları bir avukatın gözünden görmemizi sağlıyor. 

Chico & Rita (2010)


Merak ettim şimdi ben bu filmi. Ülkemizde henüz gösterime girmemiş bir çizgi sinema. Oscar ödüllü yapımcılarının olması, işin çok da boş olmayacağının işareti olabilir mi acaba ? Her ne kadar gelecek programlarda görünmese de, 2012 Oscar adayı olmasından mütevellit gösterime gireceğini ummaktayım. Hoş böylesi filmlerin ülkemizde gişe yapmayacağını bilmek için dahi olmaya gerek yok. Şöyle kenarda köşede bir yerde gösterilse de olur. Boşa ümitlenmemeli miyim acaba :/

Berlin Kaplanı (2012)



Cumartesi günü oy çokluğu ile karar verildiği üzere Berlin Kaplanı' na gittik. Benim oyum "Happy Feet 2"' ye idi. Ama olmadı. İyi ki de olmadı demeyi isterdim ama film pek de öyle güzel bir şey çıkmadı maalesef. Hatta izlediğim en kötü Ata Demirer filmi diyebilirim. Ata Demirer' e bireysel olarak kötü diyemem. Oynadığı karakter açısından oldukça başarılıydı. Ancak çok havada kalan, klişe bir senaryo ve başarısız kurguya sahip olan filmi, bu performans kurtaramadı.

84. Oscar Adayları



84. Oscar adayları sonunda açıklandı. Altın Küre' den alışılagelmiş şekilde listelerde sürpriz yok.

Best of Jack Nicholson

Bu iş benim boyumu biraz aşıyor açıkçası. O kadar çok filmi var ki performansını üst düzeyde sergilediği nasıl seçeceğim beş tanesini merak ediyorum. Hadi bakalım...



Jack Nicholson denildiğinde sanırım hepimizin aklına ilk bu film geliyor. Hani olur ya her oyuncuya adanmış bir film vardır. Al Pacino için Dog Day Afternoon, Tom Cruise için Top Gun neyse Jack Nicholson için de bu film odur bence. Sırf hapishaneden kurtulmak için deli taklidi yapan mahkum Randle, sonunda bir akıl hastanesine transfer edilir. Burada da rahat durmayacak, otoriteye karşı çıkacak ve hastalarla farklı iletişimler kurmaya çalışacaktır. Hemşire Ratched' in O' nu gözlemlemeye başlaması ile ikisi arasındaki gerilim artacaktır.

___________________________________________________________________________________

Best of Hilary Swank

İlginç bir görselliğe sahip Hilary Swank. Sert yüz ifadesi, "ben ağır rollerin adamıyım" diye bağırıyor adeta. Romantik komedi yaptırın, yine karakter atıyor ortaya :) Kötü mü ? kesinlikle hayır. Ama bu ona seçici olma zorunluluğu getiriyordur eminim. Bu nedenledir ki kendisini çoğunlukla ağır rollerde görürüz. İşte en sevdiğim filmleri.



Gencecik yaşında Hilary Swank' a Oscar kazandırmış, mükemmel bir sanat eseri bu film. Oyunculuk, konu ve işleyiş olarak o kadar gerçekçi ki, etkilenmemeniz imkansız. Aynı zamanda beni Hilary Swank ile tanıştıran filmdir. Bu filmden sonra takibe aldım Hilary Swank' ı ve sonra rol aldığı her proje izlemeye değdi. Hilary Swank' ın cinsiyet ikilemi yaşayan Brandon rolünü canlandırdığı filmde, erkek olmak isteyen bir kızın, erkek kılığında girdiği arkadaşlık ortamında yaşadıkları dramatik bir şekilde anlatılıyor.

___________________________________________________________________________________

2012 Altın Küre Ödülleri


Oscar'ın habercisi sayılan Altın Küre ödüllerinin 69' uncusu, bu yıl da sürprizsiz bir şekilde sahiplerini buldu. Özellikle, George Clooney ve Merly Streep için Oscar "geliyorum" diyor.

The Brave One (2007)


Uzun zamandır izlemek istiyordum bu filmi ama bir türlü nasip olmamıştı. Bu karlı pazar gününe kısmetmiş. Karlı kışlı, romantik bir komedi ararken bu filmi görünce dayanamadım ve izledim nihayet.

"Uygun şartlar altında herkes katil olabilir" anlayışı hakim filmde. Hani buna biraz fazla şiddet, biraz animatik görsellik vs. katsanız güzel bir Quentin Tarantino film konusu da olabilirmiş. İşte Quentin Tarantino' nun farklı bir tarzla anlatacağı öykü, Neil Jordan' ın elinden ağır bir şekilde işlenmiş. Bu nedenledir ki film biraz sönük kalmış. Bu, filmin kötü olduğu anlamına gelmiyor. Bazı filmler renkler, müzikler, hareketli sahnelerle izleyiciyi kendine bağlar. Bazıları da çok fazla bir şey yapmaz, zaten bir öykü anlatıyordur, sizin bağlanmanızı ister. The Breave One tam da öyle bir film. karamsar ve biraz da sanatsal havasına şiddeti ustaca katmış, gerçekçi bir film.

"Yok Artık" Dedirten Aksiyon Sahneleri

Aksiyon filmlerini sürekli izleyenler bilir ki, bazı sahneler "yok artık" dedirtecek kadar absürd olsa bile, filmin havasını bozmaz. Hatta biz aksiyon fanatiklerinin hoşuna bile gidebilir. Yönetmen daha ne kadar uçacak acaba diye düşünürsünüz. Çünkü o sahnelerin pratikte imkanı yoktur. Hadi diyelim mucizevi tesadüfler doğada böyle sahneleri doğurur, en azından normal insanların oradan sağ çıkmalarının, ya da yaralanmamalarının vs. imkanı yoktur. Yine de canımız, ciğerimiz, heyecan kaynağımızdır bu sahneler. :) İşte onlardan bazıları.


İşte benim favori sahnem. Ne zaman absürd ve aksiyon kelimeleri yan yana gelse, aklıma bu sahne gelir. Filmi çok severek izledim bu arada, izlerim de ara ara. Ama bu sahne başka ya.. :)



Best of Christian Bale

Daha önce liste halinde vermiştim. Sonraları bu Best of kısmına kısa kısa açıklamalar ekleyince bu adama yazık olsun istemedim. Çok önemli yapımlarda rol almış, çok zor rollerin başarı ile altından kalkmıştır kendisi. Şu an Hollywood' da yeri çok sağlamdır ve buraya kesinlikle hak ederek gelmiştir.

EMPIRE OF THE SUN (1987)



Hadi Christian Bale' in çocukluğuna dönelim. O' nu tanıdığımız ilk film olan Empire of the Sun, bir savaş dönemi filmi. Savaşın kendisini değil de savaştan etkilenenlerin hikayesini anlatıyor. Kahramanımız Jim, çok varlıklı bir ailenin biricik oğlu iken, ansızın vuran savaş, tüm ailesini ve varlığını kaybetmesine neden olacaktır. Jim bu savaşın tam ortasında, açlık ve yalnızlıkla mücadele edecek, tehlikeli maceralar atlatacak, önemli insanlarla tanışacaktır. Bu filmde kendisine eşlik eden John Malkovich de performansı ile filmi unutulmaz kılan etkenlerden biri olacaktır.

___________________________________________________________________________________

12 Angry Men (1957)


Hafta sonu iki film izleme geleneğimi bu hafta bozdum. Zira 12 Angry Men üzerine ne izlesem biraz yazık olacaktı. Böylesi bir klasiğe hürmeten vazgeçtim ikinci filmden :)

12 Angry Men, aslında film severlerin bildiği bir filmdir. Yine de şimdiye kadar herhangi bir sebeple izlememiş olanlar varsa, gerekçeleriyle tavsiyemi yapmak adına bir kaç şey yazmak istiyorum.

Pazar Gecesi Sineması ve Body of Lies...

Yenilenen Star TV'nin, özlediğimiz "Pazar Gecesi Sineması", bir zamanların "Star Sinema Kulübü" kuşağını tekrar başlatmasını nostaljik bir mutlulukla karşıladım. Karla Bonoff 'un "All My Life" şarkısı eşliğindeki jenerik, çocukluğumuzun pazar gecelerini süslerdi. O zamanlar çok fazla futbola ilgi duymazdım ve bu jenerik çalarken babamın kanal değiştirip spor programları açmasına sinir olurdum. Hep de güzel film koyarlardı. Yani tüm hafta tv de izlediğimiz filmlerden farkı, kaliteli ve daha yeni filmler koyarlardı. Bir nevi bizim "Sinema" mız olmuştu. Akşam seansını kaçırmak istemiyorduk. :)

Bugün TV'de yine o jenerik müziğine rastlamak beni mutlu etti. En az yayınladığı film kadar. Body of Lies, harika bir film. Ben de akşam bu filmi izleyeceğim. Üçüncü izleyişim olmasına rağmen :) Ki TV'de film izlemeye çoğunlukla mesafeli bakarım. Kesintiler, reklamlar, dublaj, filmi çok etkiler. Ama böyle güzel filmler olduğu zaman gözüm pek bunları görmüyor.

Hafta Sonu Ne İzlesek ?

Bu hafta sonu birçok yerde kar bekleniyor. O zaman ne yapıyoruz, karlı, kışlı, aşklı filmleri arşivimizden çıkarıyoruz. Eğer ki sinemaya gidebilirseniz "New Year' s Eve" pek uygun olacaktır. Ama "yok ben evde, battaniye, sıcak çikolata ve film üçlemesi yapacağım" derseniz böylesi durumlar için sakladığım birkaç filmim var.

LOVE ACTUALLY (2003)

Karlı ortamlar, noel havası ve aşk üzerine olabilecek en güzel filmlerden bir tanesi. Kalabalık kadrosu ve içinde barındırdığı birbirinden güzel hikayeleri ile kısmen komik, çokça duygusal bir şölen. Şimdilik favori kış filmim.





Finding Neverland (2004)


Ne zamandır hakkında yazmak istiyordum. Kısmet bugüneymiş. Finding Neverland benim için çok kıymetli bir film. Gerek oyuncuları, gerek hikayesi, gerekse de o hikayeyi işleyiş biçimi ile hiç kusur bulamadığım bir filmdir. Yine herkesin diline düşmemiş olması da içten içe beni mutlu ediyor. Sevdiğim herkese bu filmi öneriyor, izlettiriyor, yorumları için sabırsızlıkla bekliyorum. Tabi ki kimse benim kadar etkilenmek zorunda değil ama şimdiye kadar olumsuz bir tepki almadım.

Bir Korkağın Gözünden...Korku Sahneleri

Korku filmlerini fazla izlemem, izleyemem daha doğrusu. Cidden etkileniyor, korkuyorum :) Ya kalabalık bir ortam olmalı ya da gündüz vakti :) Bu durumlar dışında uzak durmaya çalışıyorum korku ve gerilim filmlerinden, sahnelerinden. Tabi benim gibi bir sinema sever ne kadar uzak durabilirse, o kadar. Ayrıca beni öyle kafa kol koparma, kanlı sahnelerden çok, o sahnelere geliş kısmı korkutuyor. Yani gerilim müziğini verdikleri an ben korkmaya başlıyorum :)

Aklımda kalan en gerilimli ve korkunç sahneleri düşünüp bir liste yaptım. Bakalım ben mi çok korkağım yoksa bu sahneler gerçekten mi geriyor ve korkutuyor? Dikkatinizi çekerim ki, dediğim gibi birçok korku filmini korkudan izleyemediğimden bu listede onlar yok :) Yani listem bir çok açıdan eksik. Zira böyle bir listede, arkadaşlarımdan duyduğum kadarı ile Paranormal Activity gibi bir serinin olmaması tuhaf olurdu.

1408 (2007)


Film boyunca çokça gerildim zaten. Odaya girmesi ile başladım korkmaya. Gerçekten başarılı bir film. Ama şu hava boşluğu sahnesi beni korkudan yordu.

Best of Hugh Jackman

Yılbaşı kalabalığı ile biraz geciken Best of kısmımızı "Assolistler bekletir" diyerek kıvırmaya çalışacağım. Erkekler kenara çekilin, kızlar evet bu haftaki best of konuğumuz Hugh Jackman.

AUSTRALIA (2008)


Fantastik ya da aksiyon filmleri çoğunlukta olan yakışıklımızın normal rolleri de kaldırabileceğinin güzel örneklerinden birisi. Bir diğeri için Prestige diyeceğim ki o da listemizde var. Australia, bir aşk hikayesini anlatıyor. İngiliz aristokrat bir aileden gelen hanım kızımız Sarah (Nicole Kidman), Australia yerlisi ve biraz kaba saba olan, Drover (Hugh Jackman) ile tanışacak, zıtlıklardan büyük bir aşk doğacaktır.

__________________________________________________________________________________

New Year' s Eve (2011)


Yılın ilk günü gittik filme. Güzel bir yılbaşı gecesinin arkasından sanırım bu film yılbaşı havasının bir tamamlayıcısı oldu. Yılbaşında izlenecek filmler listemde "Love Actually" ve "The Holiday" den sonra yerini aldı. Çok beğendim. Biraz merakla, biraz da korkarak gitmiştim filme. Arkadaşlara önerdim ama açıkçası emin değildim. Neyse ki güzel bir film çıktı.

Copying Beethoven (2006)


Dün akşam TV de izledim bu filmi. Şahaneydi. TV ' den, hafif kırpılmış ve dublaj haliyle bile çok hoşuma gitti. Orjinalini, hele hele sinemada izlesem nasıl bir zevk alırdım bilmiyorum.

Beethoven'ın (Ed Harris) artık tamamen sağır olduğu bir dönemde, hayatına giren Anna Holtz' un (Diane Kruger) gözünden Beethoven'ı anlamaya çalışıyoruz. Anna Holtz, müzik dersleri alan, yetenekli, azimli bir kadındır. Bir gün Beethoven ile çalışma fırsatı bulur. Meşhur 9. senfonisini hazırlayan Beethoven, bunu yazdırmak için birine ihtiyaç duymaktadır. Bu şekilde tanışırlar Anna Holtz ve Beethoven. Bu tanışma her ikisinin de hayatını değiştirecektir.

Steamboat Bill, Jr. (1928)


Öncelikle bu filmle tanışmamı sağlayan Öteki Sinema 'ya minnettarım. Her ne kadar son 20-25 yılın filmlerini takip etsem de, eskiye bir merak ve özlemim de var. Nereden başlasam nasıl bulup izlesem, neleri izlesem, neleri izlemeden "film manyağı" olamıyorum gibi sorular kafamda dönerken Öteki Sinema'yı keşfettim. Hem güncel filmlere hem de klasiklere hakkıyla yer veren, bir sürü film manyağı kişiden oluşan bir ekip tarafından hazırlanan bir site. İşte dün bu site sayesinde aslında bir klasik olan "Steamboat Bill, Jr. " ile tanıştım. Harika ötesi bir filmmiş ve ben bu filmden bihabermişim meğerse.

Best of Julia Roberts

Julia Roberts'ın o kadar çok sevdiğim filmi var ki, 5 tanesini seçmek büyük insafsızlık aslında. Ama seçeceğim mecburen... :/ My Best Friend's Wedding, Runaway Bridge ve Conspiracy Theory içimde kalmadı dersem yalan olur.

PRETTY WOMAN (1990)


Julia Roberts' ı bize tanıtan film ile başlamak gerekiyor tabi ki. Julia Roberts' ın, Richard Gere ile uyumu ve o sade güzelliği ile bir klasik olmayı başaran Pretty Woman aynı zamanda Julia Roberts'a Altın Küre kazandırmıştır. Zengin ama mutsuz yakışıklımız Edward, hayatına heyecan ararken bir sokak kadını olan Vivian ile tanışır. Edward, Vivian'dan kendisine para karşılığı bir hafta eşlik etmesini ister. İkili arasındaki ilişki, önceleri anlaşmalı sevgililik gibi görünse de zamanla büyük bir aşka dönüşecektir.

___________________________________________________________________________________

Mission: Impossible - Ghost Protocol (2011)


Dün elime geçen fırsatı kaçırmadım ve filmin özel gösterimine gittim. Serinin dördüncüsü olan "Ghost Protocol" ' ü de diğerleri gibi çok beğendim. Eğlencesi, aksiyonu ve gerilimi yine büyük bir yapıta yakışacak şekildeydi.

Sherlock Holmes: A Game of Shadows (2011)

"Sevgili Guy Ritchie, satırlarıma başlamadan önce bize bu kalbin kadar eğlenceli filmi armağan ettiğin için sana teşekkür ediyor, ellerinden öpüyorum. Haddim olmayarak, nacizane bu film hakkında bir şeyler yazabiliyorsam, senin ruhunun duymayacak olmasının verdiği rahatlıktandır. "

Sevgiler...
Özlem.



Öhö öhö, ustamıza saygı duruşunu yaptıktan sonra geçelim filmimize. Dün koştur koştur bir günün ardından hafif yorgun bir şekilde gittik filme. Beklediğim filmler gelince içimde beliren heyecan beni yalnız bırakmadı ancak reklamların çokluğu ile ara ara yerine huysuzluk geçti. Neyse ki sonunda filmimiz başladı.

16 Blocks (2006)


16 Blok, Bruce Willis'i tekdüze aksiyon ve polisiyelerden sıyıran bir film. Dedektif Jack Mosley rolüyle diğer filmlerinden daha gerçekçi bir oyunculuk sergiliyor Bruce Willis. Ama bence filmin ana karakteri kesinlikle Jack Mosley değil. Bir Eddie Bunker var ki filmde, daha doğrusu onu canlandıran Mos Def, harika. Bence filmi güzel yapan onun mahçup bakışları, o konuşması ve ses tonu. Ve evet sakın ama sakın bu filmi dublaj izlemeyin. 

Best of Denzel Washington

Bu hafta, Denzel Washington haftası :) Benim en sevdiğim aktörlerden birisi. İçinde bulunduğu hemen her projeyi beğenerek izlerim. Düşünüyorum da Denzel Washington'un oynadığı ve benim beğenmediğim tek film "The Manchurian Candidate" sanırım. En sevdiklerime gelince...

FALLEN (1998)


Fallen benim, Denzel Washington'dan bağımsız bir şekilde de çok sevdiğim bir film. Bir gün bu filmin uzun bir yazısını yazacağım. Dedektif John Hobbes (Denzel W.) azılı bir katilin peşindedir. Ama bu katil sıradan bir katil değil bir çeşit ölüm meleğidir ve bedenden bedene atlayarak işlediği cinayetleri çözülemez hale getirmektedir. John davayı nasıl çözeceğini sonunda anlamıştır ama bunu yapmak bir insanın önemli fedakarlıklar yapması demektir.

__________________________________________________________________________________

Limitless (2011)


Nasıl ki hafta sonları iki film izlemeyi gelenek haline getirdiysem, sanırım bunlardan birisinin vasatın altı, birisinin de üstü olmasını da gelenek haline getirdim :) Zira I Am Number Four'un aksine Limitless iyi çıktı. İyi derken öyle beklentilerinizi yükseltmek istemem. Şahane bir şey beklemeyin. Ama bir iki kere izlenebilir. Konu olarak ilginç, konunun uygulanışı ve oyunculuk olarak başarılı bir film.

I Am Number Four (2011)


Tam anlamıyla bir gençlik filmi. Hani şu CNBC-e' de çokça versiyonu olan özel yetenekli, yakışıklı ve güzel gençlerin olduğu diziler var ya, işte onların uzun versiyonu. Vasatın altında. Ama öyle hiç izlenmeyecek bir film değil. Hani eğlence olsun diye izleyebilirsiniz. Konu olarak da sürükleyici. Belki benim gibi film manyaklarını sürükler, filme daha az ilgili olanlar yarısında çıkabilir :)

3 idiots (2009)


Bazı filmleri, kimse bilmesin, bana kalsın diyorum ya, bu film onlardan değil işte. Bu filmi herkes izlemeli. Nasıl anlatacağımı aslında tam kestiremiyorum. Bazı şeyleri gerçekten anlatmak biraz saçma, kelimeler çokça yetersiz kalabiliyor. Yine de deneyeceğim.

Best of Kate Winslet

Bloğumun sağ kısmını süsleyen başlıklardan biri de "Best of..." . Burada sevdiğim aktör, aktrist ve yönetmenlerin, en beğendiğim, bence yeteneklerini en ön plana çıkardıkları 5 filmi sıralıyorum. Her salı yeni bir isme yer veriyorum. Artık sadece sıralamakla kalmayacak, bu filmler hakkında kısa kısa bilgiler de vereceğim. Tüm bu filmler hakkında ilerde daha geniş yazılar da yazmam mümkün tabi :)

Bu haftamız Kate Winslet haftası olsun. Zarif, güzel, güçlü kadın...

THE READER (2008)

Kate Winslet'e bu filmin çok yakıştığını düşünüyorum. Çünkü zaman zaman soğuk bir kadını çok iyi oynayabiliyor. Bu rol tam da böylesi bir karakteri içeriyor. Film, İkinci Dünya Savaşı yıllarında gizemli bir kadın ve genç bir çocuk arasındaki, önceleri sadece sekse ve okumaya dayanan bir ilişkiyi anlatıyor. Ancak film ortalarından itibaren çok daha farklı konuların içine girerek seyirciyi şaşırtıyor. Kate Winslet bu filmdeki cesur sahneleri ile de bir süre konuşulmuştu yanlış hatırlamıyorsam.

__________________________________________________________________________________

Gattaca (1997)


Gerek ütopik, gerekse distopik olsun, yıllar sonra dünyanın nasıl bir yer olacağına dair tahminlerde bulunan filmleri seviyorum. Üniversitede hocam "İnsanın aklına geliyorsa, başına da gelir" derdi. Şu anda sahip olduğumuz teknolojiyi yıllar önce hayal bile edemezdik mesela ama birilerinin aklına bizim de başımıza geldi. O nedenle bu tip filmlere de, bir gün "gerçek olabilir" açısı ile bakıyorum. Dolayısı ile de olumsuz bir gelecek beni geriyor, olumlusu da umut ile dolduruyor. Hoş sinema tarihine baksanız, ütopik gelecek konulu kaç film var ki, çoğunluğu distopik.

K-Pax (2001)


Her ne kadar kimilerinin "popüler film", "hemen akla gelecek film", "gişe filmi" gibi sınıflandırmalarının içine girmese de,  çok da "kenarda köşede kalmış" bir film değil  K-Pax. Kendi fanatiklerini oluşturmuş bir film. Ben de o fanatiklerin arasındayım. Bizim gibi sessiz bir çoğunluk var aslında bu filmi arşivinde saklayan ve iyi ki de böyle. İyi ki de her dakika göz önünde değil bir film. Bize kalsın, bizde kalsın.

Çok Romantik...

Aşk filmlerini şöyle gözümün önünden geçiriyorum da, çok güzel sahnelere sahip hepsi. Bazılarını filmi izledikten sonra hemen unutuveriyoruz. O anlık eğlencemize sebep olmakla kalıyorlar. Ama bazılarını unutamıyoruz. Unutulmuyorlar. Özellikle romantik sahnelerde iç geçirerek izliyorsak o sahneyi pek unutmuyoruz. İşte o unutamadığımız sahnelerden ilk aklıma gelen 10 tanesini paylaşacağım sizinle. Bu listeyi yaparken eski klasik romantik filmleri işin içine katmadım. Ve ilk aklıma gelen ifadesinin altını çiziyorum. Birinin aklında "aaa  bu sahneyi nasıl atlamış" ifadesi geçebilir, benim de sonradan "aaa ben bunu nasıl unuttum" gibi hayıflanmalarım olabilir. Listeye o gözle bakın. Ayrıca söz konusu sıralama öncelik sırasına göre değil rastgeledir. Lütfen dikkat :)

THE NOTEBOOK (2004)

Bu sahne sanırım ödüller de almış. Ama film boyunca hepimiz gelip çatacak dediğimiz bu sahneyi sabırsızlıkla bekledik. Çiftimiz kavuşunca rahatladık. Yağmur klişe mi evet, hoş durmamış mı. Durmuş. Kız oğlana gelirken ne hissettiğini bilmiyordur bile. Filmden en güzel sahnelerden oluşan bir video da mevcut  (İZLE). 

One Fine Day (1996)


Bugün aslında çok çalışmak istiyordum ama elimde olmayan sebeplerden dolayı lab.'ı kullanamıyorum. Dolayısı ile yazmaya vaktim var. O nedenle hazır aklımdayken size yine güzel bir filmi anlatayım istiyorum.

One Fine Day, bir kere George Clooney'in en yakışıklı göründüğü film olarak bile biz kadınların gözünde başkadır. Bir de oynadığı karakter zeki ve çekici olunca isteyen bu filmi sırf George Clooney için bile izleyebilir. Karşı cins açısından da durum farksızdır sanırım, Michelle Pfeiffer, tescilli bir güzelliği ve film boyunca kaybolmayan duru, anaç, sert tavrı ile erkekleri cezbedebilir. Bilemiyorum onu karşı cins düşünsün.

I Am Sam (2001)


Ben tam bir Sean Penn aşığıyım aslında. Benim gözümde yaşayan en iyi aktördür. Dolayısı ile bu filmi zamanında sinemada izlememin sebebi de kendisidir. Tamam Michelle Pfeiffer var, o zamanların minik yeteneği Dakota Fanning var, hatta hatta pek sevdiğim Dianne Wiest bile var ama bu filme konusunu bile bilmeden sırf Sean Penn için gitmiştim.

Duplicity (2009)



Bir çok filmde olduğu gibi bu filmin de kadrosu beni etkiledi. Geçtim TV başına, başladım izlemeye. Ben aslında fena bir izleyici sayılmam ama kurgusu kafamı karıştırmadı dersem yalan olur. Hafif "Ocean's" serisi tarzı vardı. Biraz da "Memento" akışı. Memento da zaten konu ile çok ilgili olduğu için o kurguya laf edemezdik. Ama bu filmde bu kadarına gerek var mıydı? Orası tartışılır.

17 Again (2009)


Hani hafta sonları gündüz kuşağında eğlencelik filmler çıkar ya, ne çok kötüdür, ne de çok iyidir, sadece eğlencesine izlenir, işte bu film tam da öyle bir film. Eğlencesine izlenir ve unutulur.

Film bir kere absürd denecek bir fantastik olayı pat diye konunun içine soktuğu için baştan kaybediyor. Hani tamam sevgili kahramanım, sen birden 17 yaşına döndün de, nasıl döndün? neden sen döndün? Demiyorum ki mantıklı bir açıklama yapın. Ama filmin konusuna yedirilmiş bir neden açıklayın. Bir süreç vs. Burada Amerika'yı yeniden keşfedecek halimiz yok, onca fantastik film izledik. Ama fantastik olgunun konunun içinde ya bir yeri vardı ya da film tümden fantastik bir dünyada geçiyordu. Ama şimdi gerçek dünya da pat diye bir adamın 17 yaşına dönmesi filmi havada bırakıyor.  Tam da aynı nedenden "The Curious Case of Benjamin Button" filmini de bir türlü sevememiştim. Amca sen neden geriye yaşlanıyorsun anlamadım ki. Haa ama o filmin hakkını yemem tabi, oyunculuk, görsellik vs. her şey çok iyidi. Neyse bugünkü konumuz o değil. Dönelim 17 Again'e.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...