Ben tam bir Sean Penn aşığıyım aslında. Benim gözümde yaşayan en iyi aktördür. Dolayısı ile bu filmi zamanında sinemada izlememin sebebi de kendisidir. Tamam Michelle Pfeiffer var, o zamanların minik yeteneği Dakota Fanning var, hatta hatta pek sevdiğim Dianne Wiest bile var ama bu filme konusunu bile bilmeden sırf Sean Penn için gitmiştim.
Sean Penn, bu filmde aşıyor kendisini. Bence kariyerinin en iyi işini çıkarıyor. Bir çok filmini izledim, hepsinden de çok etkilendim ama bence bu film çok çok başka. Unutulmaz. Gerçi "Milk" ' teki performansı da inanılmazdı ama bu film bambaşka. I Am Sam, bence sadece Sean Penn için değil, Michelle Pfeiffer için de önemli. Çünkü Sean Penn'e eksiksiz bir partner olmak kolay değil ama kendisi bunu çok iyi yapıyor. Dakota'ya ise girmiyorum bile, o velet (o zamanların veledi, şimdilerde serpildi, büyüdü maşallah ) ayrı bir kafa taşıyor vücudunda. O yaşta o mimikleri yapması normal değil. İnanılmaz işler çıkarıyor.
Şimdi bunlardan çıkardığımız sonuç şu ki, bu filmin kadrosu inanılmaz uyumlu. Hepsi de üzerine düşeni fazlası ile yapıyor. Film zaten harika bir konuya sahip ama oyunculukla bir seviye daha üste çıkıyor. Sonra benim gibi insanlar, iki kere sinemada izliyor, DVD'sini evinde saklıyor. Her zaman izlemeye bile kıyamıyor.
Film, zeka geriliğine sahip bir baba olan Sam'in (Sean Penn), kızı Lucy'nin (Dakota Fanning) okul çağına gelince sosyal hizmetler tarafınran elinden alınması ile başlar. Sam çaresizce kendisi gibi engelli arkadaşları ile ne yapacağını araştırır o çocukça zekasıyla ve ülkenin en pahalı ve kaprisli avukatının ofisine gider. Rita (Michelle Pfeiffer) sadece hayır işi yaparak imajını güçlendirmek adına bu davayı alır ve Sam'e kızını geri verebilmek adına bir mücadeleye girer.
Sam, zeka geriliği nedeniyle ufak tefek işlerde çalışan, basit bir evde kızı ile yaşayan bir babadır. Lucy'nin annesi yıllar önce, doğumdan hemen sonra ikisini de terketmiştir. Sam ve onun gibi zeka engelli, bir kaç arkadaşının oluşturduğu bir grup hafanın belli günleri etkinlik yapmaktadır. Sam'in hayatındaki tek farklılık budur. Kızının elinden alınacağını hiç bir zaman düşünmemiştir. Kızı, babasının zeka seviyesine gelince işler değişir çünkü Lucy çok zeki bir kızdır ve bir müddet sonra babasına yön vermeye başlayacaktır. Sam'in karşı komşusu ise Annie (Dianne Wiest), Sam'in işte olduğu zamanlar Lucy'e bakmaktadır. Annie de normal bir insan değildir, onun da "agorafobi" sorunu vardır. Evden dışarı çıkmadığı için Sam'e yardımları sınırlıdır.
İşte Sam, Rita, Lucy üçgeninde, tüm bu karakterlerin değişimine tanık oluyoruz bu filmde. Asıl mücade bir babanın kızına kavuşması iken, Sam duygusal zekası ile ayakta kalabilecek, Rita hayatını gözden geçirecek, Lucy babasından kopmamaya çalışacaktır.
"Hayatımda izlediğim en iyi dram filmidir" gibi iddialı bir cümle kurabilirim bu film için. Ama dram olması sizi depresif bir havaya sokacağını düşündürmesin. Tam tersi ilginç bir pozitiflik de var filmde. Özellike Sam'in arkadaşlarının filme kattığı renk inanılmaz. Müzikler, sahneler, kullanılan dekorlardaki renkler sizin depresif bir kimliğe girip, filmden korkmanızı engelliyor. Gülerken ağlıyorsunuz. Jessie Nelson harika bir film yapmış.Senaryoda da emeği var. Kendisine, bize böylesi bir filmi kazandırdığı için teşekkürlerimi sunuyorum. Daha da bir şey demiyorum.
0 yorum:
Yorum Gönder