Deli olmadığınızı bilir ama delice şeyler yapmaya başlarsanız, bunu nasıl açıklarsınız? Filmin sonunda ilk düşündüğüm buydu.
Bu filmle ilgili ne okudum, ne izledim, kim bana ne dedi hiç hatırlamıyorum ama arkadaşımın filmleri arasında görür görmez "aaa bu film, izlemeliyim" dedim. Bir şekilde beyin not etmiş işte. Sonunda izledim ve beynimi seveyim, çok beğendim.
Sanırım filmin en sevdiğim noktası kurgusu idi. Aslında seyirciyi uyuz edecek bir sonu olsa da, o kurgu, o final çok güzeldi. Yönetmen bana resmen eziyet etse de yüzümde ufak bir gülümseme vardı film bittiğinde.
Kısaca filmin konusu şöyle;
Gayet mutlu ve düzgün bir aile hayatı olan Curtis, ansızın ilginç kabuslar görmeye başlar. Tüm kabusların ortak özelliği bir fırtınanın yaklaştığıdır. Bir vakit sonra bunlar kabuslardan çıkarak halüsinasyona dönüşür. Günlük hayatında da fırtına işaretleri görmeye başlar. Ve tabii ki ondan başka hiç kimse bu belirtileri görmez. Curtis yaşadığı olayların etkisinde kalarak bir sığınak yapmaya başlar. Bunun için de varını yoğunu harcamaya başlar. O inatla bir fırtınanın yaklaştığını söylerken, ailesi ve iş arkadaşları ondan uzaklaşmaya başlar. Curtis için işler hiç de içaçıcı görünmez. Üstelik annesinin şizofreni nedeniyle klinikte yatması olayın tuzu biberi olur. Veee olaylar olaylar...
İnsan psikolojisini farklı bir şekilde ele alıyor Take Shelter. Curtis' in rüyalarına giriyoruz. Bilinçaltındaki ailesini, özellikle kızını koruma içgüdüsünün izlerini görüyoruz rüyalarında. Kendi korkularını. Çok derinlerde bir yerde yaptığının doğru olduğuna dair sağlam inancını. Asla vazgeçmiyor. Öyle bir his içinize doğsa nasıl vazgeçebilirsiniz ki. Ya peki o his doğru mu?...Beynin, hayal ile gerçeği ayırma yeteneği ne kadar? Nerede yenilip aslında olmayan şeyi varmış gibi kabul ediyor? Buna ne güçle inanıyor ki, akıntıya karşı yüzebiliyor? Filmden sonra aklımda böylesi deli sorular vardı.
Filmin yönetmeni olan Jeff Nichols' a derin saygılarımı iletiyorum zira böylesi bir psikolojik gerilim bu kadar yalın anlatılabilirdi. Film, barındırdığı mistik olaylara rağmen gerçekçilikten hiç kopmuyor. Kullanılan renkler, fırtınanın griliği, sevimli denecek şekilde yansıtılmış. Yani sanki adamın tarafından bakarsak kasvetli, diğer kişiler tarafından bakarsak günlük güneşlik her şey modu özellikle yapılmış.
Tüm bunlara rağmen filmi çok iyi yapan tamamen oyunculuk performansıdır. Tabii ki başta Curtis rolü ile Michael Shannon resmen döktürüyor. Öyle böyle değil yani. Bir çok festivalden ödülle dönmesi hiç şaşırtıcı değil. Film tamamen Curtis merkezinde geçse de karısı Samantha' yı canlandıran Jessica Chastain de çok yerinde bir oyunculuk sergiliyor. Özellikle Curtis' e, sığınaktan çıkmaları gerektiğini anlatırken yaşanan diyalog ve oyunculuk üst düzey. Kocasından ne olursa olsun vazgeçmemesi, ama gerçekler için savaşmaya da devam etmesi çok iyi bir karakter oluşturulduğunu gösteriyor.
Filmin belki de sorun olacak tek yönü temposu. Çünkü itiraf etmeliyim ki ne kadar severek izlediysem de "yavaş" hissi veriyor. Bu filmle zıt bir durum değil aslında. Belki de olması gereken tempo. Ama işte biz sabırsız izleyiciler, bir an önce bir şeyler olsun diye beklerken asıl o şeylerin olma sürecini kaçırabiliyoruz. Yönetmen bu konuda hiç taviz vermemiş. İyi de etmiş.
Görsel efekt ve teknik konusu bu film için hiç de önemli değilmiş gibi görünse de tam aksi bir durum var aslında. Özellikle Curtis' in rüyalarının çekimleri çok güzel. Film bütün olarak çok güzel. Ana malzemesi çok lezzetli ve kullanılan tüm baharatların çok yerinde kullanıldığı bir yemek gibi (Hayır canım karnımın acıktığını da nerden çıkarıyorsunuz :) ).
Özetle, çok yalın ve çok güçlü bir film Take Shelter. Özellikle, yazının başında da dediğim gibi muazzam bir finalle sizi öylece bırakıp gidiyor. Ama siz terkedilmişlik hissinin hüznü yerine gülümseme ile karşılıyorsunuz durumu. :))
Son olarak filme dair yapılmış iki alternatif afişi de paylaşmak istiyorum. Çok beğendim.
0 yorum:
Yorum Gönder