Gittik, gördük, ne hissettiğimizi bilemeden geldik. Çoğul konuştuğuma da bakmayın, tek başıma gittim. Ben ve Ben. Artık nasıl bir beklentiyse benimkisi, ev taşıdığım hafta gidemedim diye üzülmüştüm, içimde kalmıştı resmen. "Gitmem lazım, gitmem lazım" diyerek dün yollara düştüm bu film için. Bir de benim gibi korkak, Alien serisini ancak gündüz vakti ve kalabalıkta izleyebilen birisi tek başına gitti bu filme. Düşünün yani öyle de fedakarlık ettim. Ama değdi mi? Düşüneyim... değdi ya illa ki değdi. Şöyle ki; Bir şeyin iyi yada kötü olduğunu ancak kendi izlenimlerinizle anlarsınız. Okumuştum hayal kırıklıklarını ama gitmem, görmem gerekiyordu. Ayrıca iyi bir salonda izlemeden yorum yapmak sağlıksız olacaktı. İşte o yüzden gittik, gördük, "eh işte" dedik, geldik.
Bir grup bilim adamının uzak gezegenlerde yaşamın başlangıcını arama macerası Prometheus. İki bilim adamı Dr.Elizabeth Shaw ve Dr.Charlie Holloway, yıllar süren arkeolojik kazılarda birbirine benzer işaretler bulurlar. Bunlar farklı bir güneş sistemini göstermektedir. Kaşiflerimiz, bunun bir davet olduğuna inanırlar. Ancak o kadar uzağa gitmek için gereken paraları yoktur. Onlar da bir nevi finansman bulurlar. Peter Weyland, parayı karşılayacağını ama bazı kuralları olduğunu söyler. Böylece bizim bilim adamlarımız, Weyland sorumlusu Meredith Vickers ve gemi tayfası iki yıl süren ve bu süreyi uyuyarak geçirdikleri bir yolculuğa çıkarlar. Prometheus isimli gemi ile yaptıkları yolculuk boyunca uyanık olan tek kişi (!), bir anroid olan David' dir. Prometheus, gezegene yaklaşınca ekibimiz uyandırılır ve gezegende keşfe çıkarlar. Önceleri her şey istedikleri gibi gitmektedir ancak ilerleyen zamanda o gezegende canlı bir şeylerin olduğunu ve niyetlerinin hiç de iyi olmadığını acı yollarla öğreneceklerdir.
Filmin sanırım en büyük şansızlığı ciddi bir "beklentiyi yükseltme" durumunu yaşaması oldu. Alien' i var eden Ridley Scott' un, Blade Runner ile zirve yaptığı bilim-kurgu macerasına uzun yıllar sonra bu film ile devam edecek olması beklentiyi ciddi anlamda arttırdı. Film eksik, ama Ridley Scott' a suç bulamayacağım bu filmin olumsuzluğu için çünkü filmin eksik kalan yanı bence senaryosu. Senaristler Jon Spaihts ve Damon Lindelof bu film için sınıfta kalmışlardır benim gözümde. Hele hele elimde koskoca bir Damon Lindelof malzemesi var ki kullanmazsam olmaz. Lost' ta da işi Tanrı' ya bağlama çabaları ile fena çuvallamıştı son sezonlarda. Bu filmde de inanılmaz eğreti duran kısım tam da bu. Kim kimi yaratmış, niye yaratmış gibi ikilemler ve dini muhabbetler filmin bilim-kurgu yönlerini inanılmaz gölgeliyor.
Derdim, "filmde çok soru var cevap yok" ta değil. Bu durum, yönetmenin tarzına göre değişebilir, cevapları senin bulmanı ister ya da amaç cevap değildir vs. Bunu anlarım, çok film izledik öyle. Hatta zaman zaman sonunu açık bırakmaları, tatlı bir şüphe ile hoşumuza bile gitti. Bu filmdeki eksiklik çok başka, resmen bir dengesizlik var hikayede. Hikayenin akışında. Giriş güzel ama gelişme ve sonuç çok eksik. Tam da ifade edemediğim bir eksiklik bu. Bu işin teknik kavramlarını bilseydim daha iyi anlatabilirdim ama sıradan izleyici modunda bunu anlatmak zor. Ha şunu yapmaya çalıştılarsa eğer, yani "bunlar tamam bilim adamları falan ama böylesi bir olayla karşılaşınca herkes "önce insan" oluyor. Haliyle yaşadıkları gerilimi kaldıramadılar. Öyle kopukluk oldu, biz de gerçekçilikten çıkmayalım istedik. Bizim anlatmak istediğimiz asıl bu kaostu" dedilerse (ki buna ben bile inanmadım, kadir nasıl inansın) o zaman başarılı bir film. Ama bu haliyle filmin senaryosu gerçekten çok kötü, çok çok kötü. Hani Ekşisözlük' te bir kalıp var ya, "çok bozdu, öyle böyle değil, fena bozdu" gibisinden. İşte öyle böyle değil inanılmaz kötü bir senaryo var. Scott' a belki bu anlamda biraz yüklenebilirim (bana da bak sen :D), "babacım sen bu senaryodaki açıkları göremedin mi" diye. Koskoca adamın görmeyecek hali yok tabi ki, demek ki biz onun frekansını yakalayamadık bu filmde.
Tanımlayabildiğim en önemli eksiklik, karakterlere derinlemesine girilmemiş olması. Sadece başroldeki Dr. Elizabeth Shaw karakterinde biraz derine inilmiş, o da biraz. Diğer tüm tayfa, ki buna Vickers ve David de dahil, eksik anlatılmış. Tamam demiyorum ki "tüm tayfanın psikolojik analizini yapalım" ama bence kaptan Janek, Charlie, Vickers, David hatta hatta Weyland karakterleri biraz daha derinlemesine anlatılabilirdi. Özellikle David bu kadar kilit bir karakterken, onun beynine girememek bir çok şeyi havada bıraktı. Ayrıca Weyland karakteri için neden Guy Pearce seçilmiş anlamadım. Adam gibi bir yaşlıyı biraz daha makyajla o hale getirip daha gerçekçi bir karakter yaratılabilirdi.
Karakterler arası ciddi gereksiz diyaloglar da var. Şu geride kalan iki bilim adamına resmen korku filmlerindeki "şişman ve gözlüklü çocuk" muamelesi yapılmış. İki üç karakterin adını bile kaçırdım. Sadece iki mimik, üç kelimeyle geçiştirildi. David karakteri ya dengesiz yaratıldı ya da yukarda anlattığım gibi bize yansıtılamadı dolayısı ile Davidli sahneler bazen çok önemli de olsa sürükleyicilikten uzaktı. Hani filme girebilmeniz için karakterlere ısınmanız gerekiyor ya, benim filmde ısındığım tek karakter Elizabeth idi.
Filmin Başlarında Moon filmi aklıma geldi David' i izlerken. Geminin içi bile neredeyse aynıydı. Yine Elizabeth' in doğurganlık durumu öyle tam da gerektiği yerde höh diye devreye girince yazan nasıl yazmış merak ediyor insan. Her şeyi geç, her konuda o kadar dikkatli olan bilim adamlarının o yumurtalardan almaması ve bunu David' e bırakmaları da inanılmaz saçma.
Gerçi şöyle de bir durum var. Söylentilere göre montaj aşamasında bir son halinden 30 dakika çıkarılmış. Şimdi düşünüyorum da 30 dakika bir film için ciddi bir süre. Belki bu kesintiler olmasaymış o kadar da eksiklik hissetmeyecektik. Yaptığım olumsuz tüm yorumları da bu bağlamda ucu açık bırakıyorum. Belki yeni bir kurgu çalışması ile film daha iyi hale getirilebilir.
Görsel olarak filme laf edemem. Efektler, tasarımlar, her şey çok güzel. Farklı bir gezegen tasarımı, uzay araçları oldukça orjinal. 3D' nin güzelce yedirildiği bir çok sahne oldu. Konsept olarak uzay buna çok müsait zaten. Yine gerilim sahneleri konusunda Ridley Scott' un becerisinden çokça faydalandık. Bana kısa süreli bir ızdırap yaşattı orası kesin. Kalabalıkta korku filmi izlerken, gözlerimi kapatır, yanımdakilere söz konusu korku sahnesi için "geçti mi ?" derdim. Eee burada kocaman perdeden kaçamıyorsunuz, etrafınızda soracak kimse de yok. Haliyle gerim gerim gerildim.
Oyunculuklar konusunda da güzel şeyler var tabi filmde. Başta David'i canlandıran Michael Fassbender, çok iyi iş çıkarıyor. O duygusuz hali harika yansıtıyor. Charlize Theron da yakışmış Vickers rolüne. Ama oyunculukta açık ara takdir edilmesi gereken Elizabeth Shaw karakteri ile Noomi Rapace. Özellikle sezeryan sahnesi ve sonrasındaki sahnelerde çok başarılı. Yan karakterler açısından çok zayıf bir film olduğunu söylemiştik. Dolayısı ile kaptan Janek rolü ile Idris Elba güme gitmiş. Kısa da olsa Alien' ın kökeni de açıklanmış oldu bu film sayesinde. Hoş ben hala öylesi bir canavar, atamızı (!) yiyince alien nasıl oluştu anlamadım ama neyse...
Özetle filmi parça parça ele alırsak bir sürü güzel sahnesi var. Hatta şu sezeryan sahnesi bence sinema tarihinin kült sahnelerinden birisi olabilir. Ama işte o parçalar birbirinden kopuk olunca film güme gidiyor. Görselliği açısından yine de izlemenizi tavsiye ederim. Kim bilir konu olarak da belki yapımcıları ile aynı frekansı yakalayabilirsiniz.
0 yorum:
Yorum Gönder