Ads 468x60px

.

Pages

15 Ocak 2014

The Artist (2011)


2012' nin en çok konuşulan filmi olmasına ve 10 dalda Oscar'a aday gösterilip 5'ini kazanmasına rağmen, ancak izleyebildim bu güzelim filmi. Sanırım biraz önyargılı bakıyordum bu filme. Hem eski tarzı günümüze bozmadan nasıl taşıyacaklar diye düşünüyordum, hem de popüler olana gıcık olma durumu yaşıyordum. İzledikten sonra kızdım kendime, neden bu kadar bekletmiştim ki...

Sessiz sinema dönemini günümüze taşıyan The Artist, hem o dönem tarzının bu zamanda çekilebileceğini gösteriyor, hem de sinemadaki değişimi anlatıyordu. Günümüzde böylesi bir filmi bu kadar orjinaline yakın çekmek bir değişim, kimsenin denemediği bir şey iken, üstüne, kendi içinde sinema tarihindeki değişimi anlatması, sessiz filmin sesli çekime geçiş sancılarını aktarması biraz da ironi katmıştı filme.






George Valentin (Jean Dujardin), dönemin en ünlü sessiz sinema oyuncusudur. Yine genç kızların akımına uğrayan bir çekim esnasında kızlar arasından yanlışlıkla ortaya fırlayan Peppy Miller (Berenice Bejo), George' un dikkatini çeker. Bu sayede ünlü olan Peppy, yavaş yavaş şöhret basamaklarını çıkarken, George aksine kariyerinin en kötü günlerini geçirmeye başlar. Teknolojinin değişimi ile sessiz filmden sesli filme geçiş süreci yaşanmaktadır aynı zamanda ve George buna karşı çıkmaktadır. Peppy bir çok sesli filmde rol almaya başlarken George' un tutucu tavrı onu iflasa kadar getirir. Bu dramatik öykünün altında aynı zamanda esas kız ile esas oğlan arasındaki romantizm de kaçınılmazdır.

Şimdi gelelim benim izlenimlerime... Kesinlikle muhteşem bir film. Filmde "şurası eksik", "şunun yerine şu olabilirdi" gibi cümleler kurabileceğim hiç bir şey yok. Dört dörtlük bir film olmuş. Şimdi düşünüyorum da aldığı tüm ödüller helal olsun.



Her şeyden önce yönetmeni Michel Hazanavicius' u ayrı bir takdir ettim. Çok zor bir şey olmalı o dönemi günümüze doğallığını bozmadan taşıyabilmek. Her şeyiyle, kurgusu, müziği, seçilen oyuncular, ve o sevimli köpek... aklınıza gelebilecek her şeyi ile çok güzel bir işe imza atmış. Film geçmişine baktım elle tutulur filmi pek yok. Çokça TV dizisi ve kısa film çekmiş. Belli ki uzun süredir buna hazırlanıyordu ve karşılığını aldı. 

Oyuncu seçimine gelince belki de filmin en başarılı noktası bu kısmı. Başrollerdeki Jean Dujardin ve Berenice Bejo, o dönemden fırlayıp gelmiş gibiler. Özellikle sessiz film olması nedeni ile aşırıya kaçmak zorunda oldukları mimiklerde hiç ama hiç sırıtmıyorlar. Hele hele Berenice Bejo' nun o sevimli, dönemin aktristlerine özgü zerafeti kusursuz. Dansları için ne kadar çalıştıkları belli. Yine yan karakterler de bence çok başarılı seçimler. John Goodman, James Cromwell gibi usta oyuncular da çok güzel eşlik ediyor. Vee tabii ki minik köpek Jack. Daha sonra film hakkında bazı şeyler okurken rasladım ki bu köpeği üç farklı köpek canlandırmış :)


Filmin en güzel sahnelerine gelince. Sanırım Final sahnesindeki dans bir numaram oldu. O enerjileri, sevimlilikleri, koreografiler, müzik, muhteşem bir şölendi. Sessiz sinemadan sessiz sinemaya geçiş aşamasındaki bardak sahnesi de çok güzel bir sahneydi. Benim bile bir anda tüylerim diken diken oldu. Vee tabii ki Peppy' nin takım elbise olan romantik sahnesi en etkileyici sahnelerden biriydi. Filmin öyle bir havası var ki, o günleri bu günlere taşımıyor da, sizi toptan o günlere götürüyor gibi. Sinemada izlemediğime nasıl pişmanım anlatamam. Bu hisleri kalabalıkla birlikte bir sinerji olarak yaşamak da vardı. 

Neyse efendim, uzun lafın kısası bu emeği bol, pozitif, sessiz ama çok şey söyleyen sevimli filmi kaçıranlar varsa en kısa zamanda izlemelerini öneririm. Hafif canınız sıkkınken hele...Nasıl iyi gelecek tahmin edemezsiniz (böyle yaparak beklentileri yükselttiğimin de farkındayım. Ama ne yapayım, dayanamıyorum...)




0 yorum:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...