Ads 468x60px

.

Pages

13 Aralık 2012

Australia (2008)....İki film birden mi acaba?


Geçtiğimiz hafta sonu, kalabalık bir arkadaş grubu ile izledik bu güzelim filmi. Güzelim dediğime bakmayın eleştireceğim noktaları olacak elbette ama genel olarak "Güzel" diyebilirim Australia için. Hoş arkadaşlardan birinin sürekli kıs kıs gülmesi ile filme ne kadar konsantre oldum? Bu şekli ile bir yazı yazmak ne kadar doğru? O yastığı, o arkadaşın kafasına neden fırlatıp susturmadım? Gibi sorular hala beynimde dönmekte ama şimdilik kenara bırakıyorum bunları ve aklımda kaldığı kadarı ile filmi anlatmaya başlıyorum.



Öncelikle söylemeliyim ki filmin en güzel yönü görüntüleri, en kötü yönü de uzunluğu. Şimdi biraz açalım meseleyi;

Filmimiz 2. Dünya savaşı öncesinde başlıyor. İnce, narin, nazenin İngiliz aristokratı Lady Sarah Ashley (Nicole Kidman), kocasının sığır çiftliğinde neler döndüğünü öğrenmek için kocasını ziyaret etmeye karar veriyor ve Avustralya'ya, çiftlikleri olan "Uzak Tepeler"' e geliyor. Avusralya'da ona çiftliğe kadar rehberlik edecek olan Drover (Hugh Jackman) ile tanışıyor ve belki de filmin en eğlenceli sahneleri eşliğinde çiftliğe doğru yola koyuluyorlar. Ancak O yoldayken kocası öldürülüyor. Önce bu cinayeti çevrede çalışan aborjinlere yıkmak istiyorlar. Hikaye de zaten bize bir beyaz-aborjin melezi olan Nullah' ın gözünden anlatılıyor.

 Ne oldum değil...


Ne olacağım demeli.

Kocasının yası ve cinayetin gizemi ile kafası karmakarışık olan Sarah, bir de sığırların çobanları ile kavga edip, onları kovunca işler iyice içinden çıkılamaz bir hal alıyor. Çobansız kalan sürü, elden giden çiftlik demek olacağından Sarah çaresizce çoban arıyor. O sırada yolu tekrar Drover ile çakışıyor ve bir umut ışığı doğuyor. Acemi bir çoban takımı olarak, Sarah, Drover, Nullah ve çiftliğin çalışanları atlarına binip sığırları teslim yerine götürmek için yola çıkıyorlar. Tabii Sarah ve Drover arasındaki çekim gücü de aralarındaki mesafeyi git gide kapatıyor. Yolculuk boyunca onlara bir iyi bir de kötü güç eşlik ediyor. İyi güç, büyücü bir aborjin olan, aynı zamanda da Nullah' ın dedesi King George. Kötü güç ise rakip firma çalışanları.

Yolculuk boyunca sürü sabote edilmek istense de kahramanlarımız biraz "mucizevi" bir şekilde sürüyü teslim ediyor, çiftliği kurtarıyorlar. Sarah ve Drover da çılgın aşık moduna giriyorlar. Aslında burada film bitse bence süper bir film olacaktı. Ancak yönetmen Baz Luhrmann filmin beyaz kısmını kapatıp, siyah kısmını açıyor. Olay iki aşık arasında gerilimler ve mesafeler, Nullah' ın aborjin olmasından kaynaklı ırkçı meseleler ve ikinci dünya savaşı ekseninde devam ediyor.

 Melez aborjinimiz Nullah


Her an her yerden çıkabilecek olan King George

 
Şimdi gelelim filmin iyi yanına; Görüntüler gerçekten güzel. Buz Luhrmann biraz farklı bir şey yapmak istemiş. Aksiyon sahneleri günümüzün teknolojisini yakalarken, bazı aşk ve komedi sahnelerinde nostaljik havaları görmek mümkün. Görsel olarak filmin eksiği yok fazlası var diyebilirim.

Oyunculuk anlamında benim için çok doyurucu değil. Zira Nicole Kidman estetik ameliyat olduğundan beri oyunculuğunu beğenmiyorum. Daha doğrusu gözümün önüne Seda Sayan, Petek Dinçöz gibi isimler geliyor. Kalkık burun, silikonlu dudaklar, botox ve yapma dişler. Ne kadar iyi oyunculuk sergilenebilir ki. Kadın oyuncular illa ki kendilerine bakacaklar ve doğallığı çok bozmamak kaydı ile çeki düzen vereceklerdir. Ancak böylesi bir estetiği kabul edemiyorum. Bu durum bende ciddi bir ön yargı oluşturuyor. Haksız olabilirim ama sevmiyorum estetiği. Neyse yeter bu kadar Nicole Kidman dedikodusu. Daha Hugh Jackman var. Off ki off...Sanırım en yakışıklı hali bu filmde Hugh Jackman'ın. O ne boy, o ne endam...Maşallah maşallah..öhö öhö...Şaka bir yana yakışmış rolüne diyebiliriz.

 Maşallah...maşallah.


Kaptın gül gibi çocuğu. Yağmur da var,  romantik havaya da girersiniz şimdi...ohhhh

 
Nullah' ı canlandıran Brandon Walters da gelecek vaadediyor. Diğer yan roller de bir hayli güçlü. Yani aslında estetiksiz bir Nicole Kidman ile çok güçlü bir kadroya sahip olabilirmiş (Evet taktım...farkındayım).

Filmin uzunluğu ile ilgili kısma gelirsek. Yukarıda da anlattığım gibi maceranın ilk kısmı ile sınırlı kalınsaydı bir kaç kez izleyebileceğim bir film olabilirdi. Yine ikinci kısmı da ayrı bir film olsaydı onu da seve seve izlerdim. Ama böyle ikisi birden tek bir filmde olunca haliyle pek katlanılır olmuyor. Yani duygu olarak çok farklı bir değişim geçiriyorsunuz. Önce aksiyon ve romantik komedi semalarında dolaşırken, birden uzun bir dramın içinde buluyorsunuz kendinizi. Bu hikaye kalabalığı yoruyor. Benim uzun filmlerle bir alıp veremediğim yoktur esasen. Çokça uzun film izledim. O potansiyel bende var ama bu filmde bence o kadar uzun olacak potansiyel yok. Böylesi iki farklı konu ile yok. Aynı kahramanların iki farklı macerasını izliyor gibiyiz. Aşk, macera, gizem bir film için yeterliyken buna ırkçılık ve savaş da girince biraz çorba mı olmuş ne? O nedenle olumsuz yönü olarak Nicole Kidman' ın kalkık burnu ve filmin süresini söyleyebilirim.

 Estetiksiz Nicole..


Estetikli Nicole.

Ancak bu uzunluk konusunda bir özeleştri yapmam gerekiyor. Eski filmlerde bu tip uzatmalar çok sık yapılırdı. Film eski bir dönemi anlattığına ve filmdeki bazı görüntüleme teknikleri bu zamanları hatırlattığına göre belki sürenin uzun olmasının da bu tip bir amacı olabilir. Zaten Sarah'a bakınca hafif Scarlett havası almadım değil. Film de Rüzgar Gibi Geçti' yi anımsattığına göre....Aşk, inatlaşma, savaş, ayrılma, kavuşma derken....hımmm neden olmasın.

Kısacası film severlerin izlemesi gereken bir film Australia. Hem belki siz süreyi benim kadar sorun etmezsiniz...Kim bilir.

 Gone With the Wind... 3 saat 53 dk. (yok artık..)


Australia... 2 saat 45 dk.


0 yorum:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...