Colin Firth'ü "The King's Speech"'de izledikten sonra bu adamın filmlerine ilgi duymaya başladım. Zira bu filmi izlemeye başlamamın tek sebebi kendisidir.
Ama film gerçekten çok sıkıcıydı. Ya da konusu itibari ile yalnız ve depresif bir adamın bir gününü anlattığı için beni sıkmak suretiyle başarılı oldu. Hani diyorum ya filmin içine girmek. Adam sıkılıyordu, ben de sıkıldım. Sanırım bu film başarılı. Yani eğer sıkılmak istiyorsanız birebir. :)
Ama film gerçekten çok sıkıcıydı. Ya da konusu itibari ile yalnız ve depresif bir adamın bir gününü anlattığı için beni sıkmak suretiyle başarılı oldu. Hani diyorum ya filmin içine girmek. Adam sıkılıyordu, ben de sıkıldım. Sanırım bu film başarılı. Yani eğer sıkılmak istiyorsanız birebir. :)
Kurgu'da gereksiz geçişler var. Yönetmenin yani Tom Ford'un, başrol karakterinin psikolojisinin karışıklığını anlatmak istediğine eminim de bunu benim kafamı karıştırarak yapması ne kadar akıllıca bilemedim. Tamam sıkmak istiyorsan sık da, adamın karışıklığını anlamak için benim kafam net olmalı. Yemezler...yemedi de zaten. Filmden koptum. Belki etkileyici bir şeyler var bu filmde ama ben durgun ama bir o kadar da karışık kurgusu nedeniyle filme giremedim. İzlemeyin demem. Bana böyle hissettirdi diyebilirim ancak.
Oyunculukara gelince kesinlikle mükkemmel. Bunu anlıyorsunuz. Hem Colin Firth hem de Julianne Moore çok doğal oynuyorlar. İşte tam da bu nedenle, ve belki bir de yakalanılan görüntülerin güzelliği sayesinde "kötü film" diyemiyorum bu filme. Ama bir daha izler miyim? İzlemem. İyi ki bu filmden hemen sonra "The Abyss"'e başlamışım. Yoksa depresif bir pazar günü geçirmiş olacaktım.
Aslında bu açıdan dengeli bir gün geçirdim. Tsonga kaybetti ama Beşiktaş'ım kazandı. Sıkıcı bir filmle başladım ama iyi bir filmle bitti. Hayat dengelenince güzel :)
0 yorum:
Yorum Gönder