Ads 468x60px

.

Pages

26 Nisan 2012

The Next Three Days (2010)


Hemen hemen her hafta vizyona giren filmleri takip etsem de bu filmin vizyona girişini hatırlamıyorum bile. Kaşla göz arası geçmiş sanırım ülkemizden. Ben sonraları evde sinema keyfi yaparken keşfettim bu filmi. Ve izlenimim şudur ki kesinlikle gölgede kalmış bir film. Haa tabi bu sözümle beklentinizi yükseltmek istemem öyle klasik olacak ya da akıllara kazınacak bir film değil (..gibi :D) ama kesinlikle izlenildiği zaman zevk veren ve bazılarınca arşivde saklanmaya değer bir film.

Bir erkeğin, sevdiği kadın ve inandıkları uğruna sınırsız bir değişimden geçebileceğini izliyoruz filmde. Böylesi konular yok değil tabi. Karşılaştıkları kötülükler, haksızlıklar ya da çaresizlikler karşısında tamamen değişen ve sisteme baş kaldıran insanların hikayesi, sinema sektörü için güzel bir malzeme. Geçenlerde anlattığım The Brave One ve yine yakınlarda izlediğim Death Sentence ilk aklıma gelenlerden. Belki de taze izlediğim içindir, sonuçta böylesi çok daha ünlü filmler vardır. Quentin Tarantino da bu konudan çok ekmek yemiştir mesela. Peki bu filmi farklı kılan ne?....Hiçbir şey :)

Her şey gayet düz aslında. Abartmıyor film hiçbir şeyi. Belki de bu nedenle, gerçekçiliği ve sıradanlığı ile karakterleri benimsememizi kolaylaştırıyor. Çünkü bana göre filmin en büyük artısı bu. Karakteri çok seviyor, sizden biri gibi hissediyor, resmen bir fanatik gibi film boyunca destekliyorsunuz. Yönetmen Paul Haggis' in tam da bunu hedeflediğine eminim. Zira 2004 yılının Oscar kahramanlarından olan Crash filminde de imzası var ve bu film de tam olarak bahsettiğim nedenden, samimiyetinden dolayı insanların kalbine kazındı (bir ara bu filmi de yazmalıyım).

Gelelim filmimize...John  (Russell Crowe) ve Lara (Elizabeth Banks) mutlu bir çifttir. Bir gece katıldıkları bir yemek sonrası yaşanan gelişmeler ikisinin de hayatını değiştirir. Lara ansızın kendisini bir cinayet sanığı olarak hapishanede bulur. John ise önce eşinin masumiyeti hakkındaki süpheleri ile savaşacak, sonra da ailesini kurtarmak için plan yapmaya başlayacaktır. Bu kendi halinde, beyefendi, tepeden tırnağa sıradan olan adamın, karısını hapishaneden kaçırmak için yaptığı plan ve bu plan süresince yaşadıkları da filmimizi oluşturacaktır. John planı için, işin ustası birine bile danışacaktır ki burada çok az da olsa Liam Neeson' u görmek benim için tam bir sürpriz olmuştu. Konusu klişe gibi değil mi? Ama çoğu filmde önemli olan konu değil nasıl işlendiğidir sonuçta.

Filmde, iki tür iç içe geçmiş şekilde işleniyor. Aksiyonu bol bir film sonuçta. Kaçış planı, planın aşamaları, John' un acemilikleri ile biraz diken üstünde izliyoruz aksiyon sahnelerini. Ama bununla birlikte oldukça dramataik sahneler de barındırıyor film. Neredeyse aksiyonu dengeleyecek şekilde. John' un eşi hapisteyken oğlu ile yaşamayı başarabilmesi, Lara' nın oğluna ve eşine olan özlemi oldukça duygusal sahneler doğuruyor.

Oyunculuklara gelince bence başarılı bir cast oluşturulmuş. İki ana oyuncu da iyi iş çıkarıyor. Ama özellikle Russell Crowe, ailemizin kahramanı,  içine düştüğü zor durumu bakışları ile çok güzel geçiriyor seyirciye. İşte burada yukarıda bahsettiğim "karakterlere olan yakınlık" devreye giriyor. Bu da filmi daha zevkli hale getiriyor.

Filmin en sevdiğim olayına gelince....Sizce Lara gerçekten o cinayeti işledi mi....? İzleyen bilir arkadaş... :)

0 yorum:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...